Kayıp Irk Mangalezler

Tarihle ilgilenen ve öğrenmeye açık her insan, bazı uygarlıkların tarihin tozlu yapraklarından - çok da mistik olmayan bir şekilde – ortadan kaybolduklarını bilirler. Bunun güzel bir örneği Mersin’in Tarsus ilçesindeki tren garının yanındaki parkta insanların gözüne sokulmaktadır. Parkta tüm Türk İmparatorluklarına ait bayraklar bulunmaktadır. Ve bu bayraklara ek olarak bir adet de siyah bayrak bulunmaktadır. Bu siyah bayrak tüm kayıtlardan silinmiş bir medeniyeti simgelemektedir. Bu halkla ilgili, söylentiler dışında pek de bir şey bilinemediği için uzun uzadıya açıklama yapmaktan kaçınıyorum.
Şimdi anlatacağım kayıp medeniyet de yine sembolik olarak bir siyah bayrağa sahip olması gereken Mangalezler. Tam olarak nereden geldikleri bilinememekle beraber, İskender’in birazdan anlatacağım sebeplerden dolayı Mangalezler’i Anadolu’nun güneyine kadar sürüp, ilginç bir şekilde izlerini kaybettiği bilinmektedir. Yıllarını bu halkı arayarak geçiren İskender başarılı olamayacağını anladığı zaman ise, güney topraklarından ayrılıp bir daha da dönmemiştir.
Bilinen klasik tarihlerinden bahsedecek olursak, dönemin savaşçı ve yayılmacı topluluklarının aksine, avcı fakat keyiflerine düşkün bir yapıya sahip oldukları bilinmekte. Askeri birlikleri sadece dış etkenlerden kendilerini korumak için yetiştirdikleri güvenlik birimlerinden ibaretti. Komşu oldukları tüm halklarla iyi ilişkiler içerisinde olmalarından dolayı da zaten herhangi bir militarist yapıya ihtiyaçları yoktu. Bu iyi ilişkilerin temeli ise tarihte hiç görülmemiş bir yemek anlayışları olmasıydı. Tüm komşu halklar, yaz kış fark etmeden Mangalezler’in topraklarına yemek yemeye geliyor ve karşılık olarak büyük ve değerli hediyeler getiriyorlardı. Mangalezler’deki yönetim şekli bir beylik, krallık veya imparatorluk olmadığı için bu gelen hediyeler halka eşit olarak dağıtılıyor, herkesin mutlu ve refah içinde yaşaması sağlanıyordu. Yapılan bu yemeğin adına belgelerde ulaşılamaması oldukça üzücü sevgili okurlar.
Toplumsal yapılarının yanı sıra, dini inançlarında da yaşadıkları döneme göre oldukça radikal bir yol izlediklerini söylemekte fayda var. İlk bakıldığında Türklerin geleneksel tek tanrılı dinlerine bağlı oldukları zannediliyordu, fakat tapındıkları Göktanrı değildi. Kutsal sayılan tanrılarının ismini diğer halklara söylemekten çekiniyor ve bunu mümkün olduğu kadar gizli tutuyorlardı. Fakat bilinen bir şey vardı ki yaptıkları bu geleneksel yemeği tanrılarının kutsal öğretilerinden elde etmişlerdi.
Tabi ki tarihin her döneminde olduğu gibi, bu halkın mutluluğu da baki kalmamıştır. Mangalez’lerin refahının doruk noktasında olduğu dönemde İskender isimli maddiyata düşkün kumandan kendisine de benzer bir ülke kurup, yemekten para kazanma niyetindedir. Ne herhangi bir tanrıya ne de herhangi bir insana inancı olmayan, sadece kendisini düşünen bu despot lider, ülkesindeki en iyi aşçıları çağırıp daha önce hiç yapılmamış bir et yemeği yapmalarını emreder. Uzun çalışmalar sonunda gerçekten de güzel bir et yemeği hazırlayıp liderlerine sunan aşçılar, aldıkları tepkiden memnun bir şekilde yemeğe de liderlerini ismini vermişler.
Uzun bir süre boyunca İskender hayal ettiği şekilde yaşamış olmasına rağmen Mangalezler’in giderek artan zenginliği karşısında gerilmeye başladı. Hırslı bir savaşçı olan İskender Mangalezler’e casuslar yollamayı her ne kadar küçük düşürücü bulsa da, bu yemeğin sırrını ele geçirmek için bunu yapması gerektiğine karar verdi. Geri dönen muhbir, yemeğin sırrını alamamıştı ama Mangalzeler’le ilgili derin bilgiler sunmuştu liderine:
“Yüce İskender, raporumu vermek için ülkeye yeni döndüm ve zaman kaybetmeden huzurunuza geldim. Öncelikle belirtmeliyim ki, halk kendilerinden olmayan herhangi bir insana sırrı anlatmıyor. Fakat geçmişleriyle ilgili önemli bilgilerle döndüm. Bu halk kendilerine bu yemeği bahşeden Kebap adında bir tanrıya tapınıyorlar ve efsanelere göre ne zaman kötücül bir güç bu tarifi çalmak isterse halk bir mucize yaşıyor ve izleri tekrar bulunana kadar ortadan kayboluyorlar. Dünyanın farklı yerlerinde onlarca benzer hikâye olduğunu kütüphanelerden araştırıp teyit ettim. Ayrıca bu belgelerden bir tanesinde ‘sonsuzluk mangalı’ adında kutsal bir emanetten de bahsediliyor fakat bu nesneden bahseden parşömenlerin kalan kısmı kayıp. Yani ne işe yaradığını öğrenemedim. Saygılarımla…”
Fakat daha önce de belirtildiği gibi İskender savaşçıydı ve bu ruhani saçmalıklarla geçirecek vakti olmadığına karar verdi. Güzellikle elde edemediği bir şeyi güçle elde edebilirdi. Ne de olsa hayatının her döneminde bu böyle olmamış mıydı? Topraklarını, mevkisini, servetini hep aynı yolla kazanmıştı. “Bir kazanç daha” diye düşündü generallerine sefer emrini verirken. Böylesine küçük bir halkın çektiği acı dünyadaki hiçbir şeyi değiştirmeyecekti ne de olsa. Ve hatta komşu topraklar dışında kimsenin haberi bile olmayacaktı. Hızlı ve sessiz bir seferle Mangalezler’in kapısına dayanan İskender karşılaştığı sahne karşısında şaşkınlığa uğradı. Koca ülke olması gereken yerde değildi. Yoğun ve iştah açan bir şekilde burunlarına gelen et kokusu dışında karşılarında terk edilmiş topraklar buldular.
İskender uzun seneler bu halkı arayıp dursa da asla izlerine rastlayamadı. Bazen burnuna onlara çok yaklaştığını anlatan kokular gelse de hiçbir zaman izlerinden başka bir bulguya rastlayamadı. Orada aldığı kokuyu asla unutmamasının yanı sıra, Mangalezler’İn ülkesine sesizce girip o tada varamamanın acısı bir süre sonra ruhuna çöken İskender, hiç asker kaybetmemesine rağmen ülkesine yenik ve bitik bir kumandan olarak döndü. Her ne kadar ülkesi gelişmiş, zenginleşmiş ve liderlerinin adını taşıyan yemekleri nam salmış olsa da asla Mangalezler kadar kabul göremeyeceğini biliyordu. Yine de İskender gizlice dünyanın dört bir yanına gözcülerini yollamış, kendisi için casusluk yapmalarını istemişti. Umutsuz gibi görünse de onlardan bir iz bulmayı umut ediyordu.
Mangalezler’in başına ne geldiğini ise tam olarak kimse bilemese de, Kuzey Adana civarında bulunan bir takım yazıtlardan halkın nihai yerleşim yerinin buradan başlayıp güneye kadar uzanan ova olduğu bilinmektedir. Günümüzde kayıp olan yazıtın dilden dile aktarılan şekli ise şöyledir:
“O gün tanrının oğlu yeryüzüne indi. Kebabın oğlu… Efsanelerdeki gibi bizi kurtarmaya gelmişti. Bizim gibi bir insan suretindeydi fakat yaydığı enerjiden ve tüm formunu saran dolunay parlaklığındaki haleden kim olduğunu anlamıştık. Adanus isimli yüce efendi, başımıza gelecek felaketten bizi kurtarmak için geldiğini, yıllarca babası Kebap’a verdiğimiz özenli hizmet sayesinde ödüllendirildiğimizi açıkladı kısaca. Biz özgür bir halktık ve bu yüzden bize seçme şansı verilecekti. Önce hepimiz kutsal diyarlara götürülecektik ve orada her şeyin doğduğu yerde sonsuzluk mangalı önünde kutsanacaktık. Ve bir göz kırpma süresinde tüm halkımız efsanelerdeki kutsal dağın en tepesinde bulduk kendimizi. Burayı hiç görmüş olmamamıza rağmen nerede olduğumuzu hepimiz biliyorduk. Önümüzde hiç sönmeyen korlarıyla sonsuzluk mangalı yer alıyordu. Hayatımızda hiç görmediğimiz bir parlaklıkla tam önümüzde duran, halkımıza adını ve özgürlüğünü veren gümüş mangaldan gözlerimizi alamıyorduk. Hayallerin çok ötesinde bir deneyimdi bu. Her şeye rağmen dünyaya dönmek isteyecek olanların nasıl olup da bu güzelliği terk edebileceğini düşündüm hayranlığım yatışmaya başlarken.
Derken Adanus diz çöktü ve gökyüzünden gelen, gözleri kamaştırmayan yumuşak bir ışık belirdi. Her ne kadar gözleri rahatsız etmese de yakmasa da o ışığa bakabilen bir tek kişi bile olduğunu tahmin etmiyorum. Saygıdan ve mutluluktan biz de dizlerimizin üzerine çöktük. Arada kadınların ve bazı erkeklerin dahi ağlarken çıkardıkları hıçkırık sesini duyabiliyordum. Ve Kebap o sessizliğin içinde hiç ses çıkarmadan zihinlerimize dokundu. Bizlere burada yazmaya izinli olmadığım sırları verdi. İnsanları yıllarca mutlu etmemiz ve dünyanın daha güzel bir yer olmasını sağladığımız için bizi kutsal diyarlara çekmişti. Sonra her birimize iki diyarı da gördükten sonra seçme şansı verildi. Yaşlı ve bilge olanlar sonsuzluk mangalının kudretini gördükten sonra bir daha yaşadıkları eski dünyaya dönmeme kararı aldılar. Zaten artık o dünyaya kendilerinden verecekleri hiçbir şey kalmamıştı. Gençlerin ise bir kısmı, dünyanın acılarına ve savaşlarına katlanmaktansa burada kalmaya karar verirken diğer kısmı hala dünyayı güzelleştirebilecekleri ve yeryüzündeki tek güzellik yemekleri bile kalsa sonuna kadar dayanacakları inancıyla, evlerine dönmeye karar verdiler. Ve ben de bu ilerlemiş yaşıma rağmen bu son grupla beraber yeryüzüne döndüm.
Vedalaşmalar ve gözlerden süzülen hüzünlü olduğu kadar gururlu da olan gözyaşlarının ardından kendimizi bu ovada bulduk. Adanus da bizimle beraber gelmişti. Neden evlerimiz yerine buraya gönderildiğimizi sorduğumuzda, bize dönemin büyük yöneticisi İskender’i ve bizimle ilgili planlarını anlattı ve kendi güvenliğimiz için bu topraklarda yaşamamız gerektiğini söyledi. Korku bizim kanımızda asla barınamazdı ve bizi bulması ihtimaline karşı hazırlıklar yapmamız gerektiği kararını almıştık. Fakat Adanus bizi durdurdu. İskender’i sahte kokularla bizden uzak tutacağının teminatını verdi ve bir kez daha kutsanmışlar olduğumuzu bize hatırlattı. Kebap’ın oğlunun sözlerinden şüphe duyacak değildik ve ben hayatımın kalanını bu şekilde hayatımızı belgelemekle geçirirken, halkımızın gençleri uzmanlık alanlarını taviz vermeden geliştirmek ve insanlığa mutluluk dağıtmak için yılmadan çalışmaya devam ettiler.”
Üzerinde herhangi bir tarih bulunmayan belge Manganezler’den kalan son bilgi parçasıydı ve 1368 yılında gizemli bir şekilde ortadan kayboldu. Geriye sadece söylentiler kaldı.
Mangalezler’i ise bir daha asla gören olmadı. Şu ya da bu şekilde onlarla karşılaştıklarını, yemeklerinin tadına bakıp manevi dünyalarının değiştiğini söyleyen insanlar olsa da gerçekten kimin doğru kimin yalan söylediğini anlamak çok güç. Birçok araştırmacı gidip tüm bölgeyi ve ovaları gezmiş fakat bu halka rastlayamamıştır. Ama şurası kesin ki Anadolu’nun güney kesimlerinde burna girdiği zaman aklınızı karıştıran ve sizi yaşayan bir ölü gibi kendisine çeken bir koku mevcuttur.
İskender’e gelince, kendisi kuzeybatı Anadolu’da gittikçe küçülen ülkesinde hırs ve hüsran içinde yaşamını yitirmiştir. Yine de adı verilen yemek uzun yıllar boyunca varlığını ve efendisinin ismini sürdürmüştür. Fakat konuya vakıf tüm tarihçi ve araştırmacılar tarafından bilinmektedir ki İskender asla Mangalezler’in kutsal yemeğine yaklaşacak bir lezzet olamamış ve olamayacaktır.
KAYIP HALKLARIN TARİHİ DERGİSİ - SAYI 01