11 May 2011

İki Ada (Dördüncü Bölüm)

Artık adada birilerinin – çok güçlü varlıklar her kim iseler – olduğunu biliyorlardı ve buna rağmen kimsede korku emaresi yoktu. Mavi saçlı adamın bir anlık tedirginliği bile unutulmuş, karaya çıkma hazırlıklarına girişilmişti. Mürettebat gemiyi uygun bir alana demirleyip kamp için gerekli malzemeleri kıyıya taşırken gece çöküyordu. Kaptan ve dört yoldaş ise çoktan kıyıya çıkmış, ne yapmaları gerektiğini tartışmaya başlamışlardı. Hava yeteri kadar sıcaktı ve bu yüzden bir kamp ateşi yakmalarına gerek yoktu. Sadece belirledikleri kamp alanının çevresine meşaleler yerleştirmişlerdi. Kimseden saklanmak gibi bir düşünceleri yoktu. Ne de olsa kırmızı cübbeli kadın onları görmüştü artık. Aynı zamanda batan güneşin ardından karanlıkta kalmamaları kendileri için de iyi olurdu. Ağaçların ardından gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı mürettebatın görüş açılarının yeteri kadar aydınlık olması gerekiyordu. Dörtlünün ise karanlığı yenmek için kendi yolları vardı zaten.
Gecenin karanlığını sahilde geçirip gün ışıdıktan sonra keşfe çıkmaya karar verdiler. Gece tutulacak olan nöbetleri beşe bölmüşlerdi ve beşerli gruplar halinde nöbet tutulacaktı. Her grupta da kaptan ve dörtlüden birisi uyanık kalmaya karar vermişlerdi. Kaptan ilk nöbeti dört adamıyla beraber tutacaktı. Son nöbeti ise druid seçmişti. Druid sabahın ilk ışıklarını ağaçlarla ve rüzgârla konuşarak karşılamayı planlıyordu. Mavi saçlı adam nöbeti druide devretmek için yanına yaklaştığında onun çoktan uyanmış ve hazırlanmakta olduğunu gördü. Başıyla hafif bir selam verdikten sonra uykusunu tamamlamak için yarı perinin yanına uzandı.
Druid beraber yaptıkları yolculuk boyunca tanıdığı her adama olduğu gibi, kendisiyle nöbeti paylaşacak olan dört adama da güveniyordu. Böylece üzerinde sadece kahverengi pantolonu kalacak şekilde kıyafetlerini çıkartıp düzgün bir şekilde üzerinde uyuduğu şiltenin üzerine yerleştirdi ve ağaçlara yakın fakat gözlerden uzak olmayan bir noktada kumların üzerine bağdaş kurup meditasyonuna başladı. Bunu daha önce de gören nöbet arkadaşları seslerinin ve hareketlerinin druidin konsantrasyonunu bozmayacak bir mesafede konuşlandılar ve böylece gecenin son nöbeti de başlamış oldu.
Druid meditasyonuna başlar başlamaz ağaçların şarkıları ruhuna doldu. Dillerini anlamayacağını sanıyordu fakat hemen çömüştü kelimeleri. Ne de olsa o doğaya ait bir insandı. Adadaki tüm varlıklarla bir bütün olmayı denedi, fakat ağaçların hissi o kadar yoğundu ki beyninde diğer canlılara ulaşamadı. Uzun bir süre şarkıları dinleyip hikâyelerini aklına kazıdıktan sonra, onlara sorular sormaya başladı. Aldığı cevaplar her zaman başka bir şarkı şeklinde oldu. Başlarda tüm seslerin içinde cevapları ayırt etmekte zorlansa da, en yakınındaki ağacın sesine odaklanması gerektiğinin farkındaydı ve kendi sınırlarını zorlayarak bunu da başardı.
Meditasyonunu o anlık bitirdiğinde nöbet süresini oldukça aştığını fark etti. Tüm ekip uyanmış ve kahvaltılarını etmişti. Tayfaların bir kısmı yemek sonrası sofraları toplarken bir kısmı da keşfe çıkacak on kişilik ekibin hazırlıklarıyla ilgileniyordu. Ayağa kalktı ve uyuşmuş bacaklarını ve omurgasını gererek masalardan birisine yürüdü. Kullandığı enerji acıktırmıştı onu. Kimseyle konuşmadan gidip kendisine yiyecek hafif bir şeyler aldı ve düşünceli bir ifadeyle kahvaltısını tamamladı. Meditasyondan sonra genellikle düşünceli bir hale büründüğünü bilen yoldaşları ona sorularını sormadan önce kahvaltısını bitirmesi gerektiğini biliyorlardı. Bu kafasını toparlaması ve insanların dünyasına dönmesi için ihtiyacı olan zamanı sağlıyordu druide.
Kahvaltısını tamamladıktan sonra kafasını kaldırıp kampın durumuna bakan druid tüm arkadaşlarının hazırlandığını gördü. Mavi saçlı adam, malzemesinden hala kimsenin emin olmadığı mavi zırhını giymişti. Bu zırhı taşıdığını kimse görmezdi, kimse onu giyinirken de görmezdi. Bir an ortadan kaybolur, bir an sonra da zırhıyla savaşa hazır halde ortaya çıkardı. Silahı da ortada yoktu. Savaş sırasında birden beliriverir ve savaş bitiminde yine silahsız olarak zaferlerini değerlendirir gözlerle alanı gözlerdi çatık kaşlarıyla. Yarı peri ise gümüş zırhını kuşanmış olmasına rağmen sanki üzerinde zırhının fazladan ağırlığı yokmuş gibi hevesle sağa sola koşturuyordu. Kılıcını belindeki kınına yerleştirip kurt simgeli kalkanını da sırtına astıktan sonra hazırdı artık. Büyücü ise aralarından en garip görüneniydi. Omuzlarında çapraz asılmış dört ayrı büyü çantası vardı. Üzerinde kolları kesilmiş bir gömlek ve yine dizlerinden aşağısı olmayan bir pantolon giyiyordu. Ayaklarında da yarı açık sandaletler vardı. Elindeki asası sadece yürüyüş değneği gibi görünse de, druid bu asanın güçlerine saygı duyuyordu. Üstelik bu, büyücünün elinde tehlikeli bir silahtı. Keşfe çıkacak tüm ekip içinde en savunmasız olanı büyücü gibi görünse de şimdiye kadar ona bir kılıcın yaklaşabildiğine şahit olmamıştı. Yine de…
Druid de kahverengi ve yeşil renklerden oluşan deri zırhını ve pelerinini giyindikten ve silahlarını yanına aldıktan sonra vakit kaybetmeden ağaçların arasına daldılar. Druid de bir doğa insanına göre fazla silah taşıyordu. Sırtında ustalık mertebesinde kullandığı bir yay, belinde ise bir uzun kılıç ve bir hançer vardı. Hançerin kabzasına değerli mücevherler işlenmişti ve dörtlünün hepsi bu hançerin sevgilisinden özel bir hediye olduğunu biliyorlardı. Yine de druid bu hançerin ne işe yaradığını kimseye anlatmamıştı.
Sonunda sessizliği bozan büyücü oldu. “Ormanla yaptığınız sohbette bize iletmek istediğin önemli bir detay var mı dostum?”.
Druidin yüz ifadesi sıkıntılı sayılmazdı ama kelimeler sert ve keskin bir dille çıktı ağzından: “Ağaçlar bana bu adanın sakinlerinin kurucular ve muhafızlar olduğunu söyledi. Tam olarak neyi koruduklarını bilmiyorum ve ağaçlar da benim bunu bilmememe şaşırdılar. Kırmızı cübbeli kadın ise muhafızlardan birisi: Seraphin”.
Bu isim geçtiğinde mavi saçlı adam ve druid dışındaki keşif partisindeki sekiz kişi aynı anda mırıldanmaya başladı. Eski efsanelerden bir isimdi bu. Tanrıların gardiyanı Seraphin…
Devam edecek…

2 yorum:

İdrak Yolları İltihabı dedi ki...

yine heyecanlı bir noktada kaldı :) ağaçlarla konuşmak çok etkileyici bir deneyim olurdu heralde...tebrik ederim çok güzel yazmışsınız yinee.

bfspm dedi ki...

son paragraf beni de heyecanlandırdı :)