9 Tem 2011

İkibinyirmiiki (Son Bölüm)

Kız arabaların arasında uzun süre yol aldı. Sağına soluna bakmaktan kaçınıyordu. Sadece gözleriyle yolu takip ediyor ve basacağı yerin sağlamlığı için önüne bakıyordu. Göztepe kavşağını geçerken zorlandığını düşünmüştü. Köprü ve kavşak tamamen yıkılmıştı ve kırılmış beton, üzerinde yürümeyi zorlaştırmasının yanı sıra beton parçalarının içinden fırlayan inşaat demirleri de ayrı bir tehdit oluşturuyordu. Yıkıntının çevresinden dolaşmasına rağmen görmediği paslı bir demir parçası bacağını kesti. Yaşadığı onca şeyden sonra bunu önemsemeyen kız, yarayı basitçe pantolonunun kumaşına silerek yola devam etti.
Uzunçayır Kavşağı’na geldiğinde ise asıl sıkıntıyı burada yaşayacağını fark etti. Son yıllardaki yapılaşma yüzünden Uzunçayır mevkii çok katlı yapılarla dolmuştu. Kız her ne kadar depreme dayanıklı konutlar diye reklamları yapıldığını hatırlasa da hiçbir binanın bir hafta önceki sarsıntıya dayanamadığı ortadaydı. Köprü bağlantı yolu geniş olmasına rağmen binaların bir kısmın çökmek yerine devrilerek yıkılması sonucu, yolun bu kısmında kız oldukça zorlandı. Ama hava kararana kadar durmamaya kararlıydı.
Çocuk yürümek zorunda olduğunu düşünse de havanın kararmaya başladığını gördü ve kol ve bacaklarındaki yorgunluğa bağlı yanma hissini göz ardı edemedi. Sığınacak üstü kapalı bir yer göremediği için, okuduğu üniversitenin eskiden yeşil, o gün gri olan çimlerine doğru yöneldi. Yere uzandı ve gün boyunca gördüklerini hazmetmeye çalıştı. Evi olmayan, açıkta yaşayan insanlar, kaçmak için vakti olmayan büyük çoğunluk, çökmüş apartmanlar ve yollar, cesetlerin görüntüleri ve kokuları…
Gözleri o gün ikinci kez dolmaya başlayınca bütün o olumsuz bakışı bir kenara bırakıp başka şeyler düşünmeyi denedi. Bir medeniyeti tekrar inşa etmeleri gerekecekti hayatta kalanlar olarak. Bir yerlerde mutlaka bütün bunların altından kalkmalarını sağlayacak bilim adamları, zanaatkârlar, sanatçılar, ustalar, doktorlar, mühendisler, marangozlar… olduğunu düşünüyordu. Bu fikir biraz olsun kendisine gelmesini sağladı. En azından uykuya dalmadan önce kâbus görmeyecek kadar iyi hissediyordu.
Kız tüm engelleri bir şekilde aşarak yoluna devam ediyordu. Hava kararmaya başladığında Altunizade Köprüsü’ne ulaşmıştı ve artık gücü tükenmek üzereydi. Burasının Uzunçayır gibi tamamen yapılaşmaması sayesinde, dinlenebileceği bir açık alan çarptı gözüne. Geceyi burada geçirmeye karar verdi. Aynı alanın bir köşesinde orta yaşın altında iki kız bir erkekten oluşan üç kişi oturuyordu. Gün boyunca tek tük gördüğü kişilerle hiç konuşmadan yoluna devam etmişti. Fakat bu üçlüye yaklaşıp sohbet etmeyi planlayarak yanlarına yaklaştı. Kendilerine yaklaşan kızı gören üçlü önce davranarak selam verdiler. Üçlünün erkek olanı, bir ateş yakmak için sağdan soldan yanabilen ne varsa toplayıp bir kenara yığıyordu. Kâğıtlar, kuru ot ve dal parçaları. Ateş üşüdükleri için değil, gecenin karanlığında yıldızlarla aydan başka ışık kaynağı olmadığı için yakılacaktı.
Dörtlü havanın kararmasıyla beraber sohbeti koyulaştırmıştı. Kız, diğerlerinin İzmit’den geldiğini ve orada da durumun farklı olmadığını öğrendi. Bir yetkili ya da yardım bulmak için İstanbul’u denemeye karar veren üçlü de buraya gelince hayal kırıklığına uğramışlardı. Yaklaşık 4 gündür yolda olmalarına rağmen yardım bulmak bir kenara insan bulmakta bile zorlanmışlardı.
“Hala herkes deprem olduğunu sanıyor bunun” dedi kızlardan birisi. Sonra diğer ikisinin sert bakışını görünce, susmadan önce bir cümle daha kurdu: “Nasıl olsa yarın kendi özleriyle görecek neden anlatamıyoruz ki?”.
Adam araya girerek o gün kendilerinin de köprüyü denediklerini fakat gördükleri manzara karşısında geri dönmek zorunda kaldıklarını anlattı. Tam olarak ne gördüklerinden bahsetmedi ve konuyu “Kendi gözlerinle görmen en doğrusu, biz de İzmit’den ayrılmadan önce benzer bir şeyler duymuştuk ama görene kadar inanmamıştık” diyerek kapattı. Kız her ne kadar merak etse de soru sorma dürtüsünü bastırdı.
Çocuk sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Biçimsiz bir zeminde yattığı için sırtı ve beli ağrımıştı. Önceki günün yorgunluğu ve kas ağrıları da adamın fazladan homurdanmasına sebep oldu. Güneşli bir güne uyanıp bu kadar şikâyet edebileceğini hiç tahmin etmezdi. Ayağa kalktı ve vücudunu sağa sola hareket ettirerek üzerindeki ağırlığı atmaya çalıştı. Yanındaki küçük şişedeki sulardan birisiyle yüzünü yıkadı ve çantasına tıktığı az miktardaki yiyecekten bir kısmını kahvaltı olarak midesine indirdi. Doymamasına rağmen erzakını idareli kullanmalıydı. Zaten en fazla ertesi gün de yetecek kadar yiyeceği kalmıştı. Suyu ise daha azdı. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı.
Yeşilliklerden hemen yola indi ve araçların arasından yürümeye başladı. Artık bu görüntüleri biraz da olsa kabullenmeye başlamıştı. Şehre sinen o koku da olmasa her şey daha katlanılır olacaktı gerçi ama seçme şansı yoktu. Köprü yolundaki araç sayısı Barbaros Bulvarı’ndakinden daha azdı. Fakat köprüye yaklaştıkça yanmış araç sayısı da artıyordu. Boğaz görüş alanına girmeye başladığında ilk dikkatini çeken köprünün taşıyıcı dikmelerini ve kabloları oldu. Olması gereken yerde değillerdi. Hatta görebildiği herhangi bir yerde de değillerdi. Çocuğun içini bir korku sardı. Sevdiklerine ulaşamayacağını ilk anladığı andı bu.
Kız sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Diğer üçü gözlerine bağladıkları kumaş parçaları sayesinde güneşten etkilenmemişlerdi ve hala uyuyorlardı. Kız kahvaltı olarak ayırdığı keki yiyip, üçlünün suyunun bir kısmını da yüzünü yıkamak için kullandı. Diğerlerini uyandırmadan köprüye doğru yürümeye başladı. Burhaniye Mahallesi’nin üzerinden geçerken içini bir huzursuzluk kapladı. Bir şeylerin olması gerektiği gibi olmadığını fark etti. Köprünün Anadolu yakasındaki taşıyıcı dikmelerinin eksikliği ani bir şok etkisi yarattı ve kız dengesini kaybederek yere yığıldı. Karşıya geçemeyecekti. Tüm o sarsıntı ve kusma isteğine rağmen ayağa kalkarak yola devam etti. Her şeyi görmek istiyordu. Görmek zorundaydı. Birkaç dakika sonra ikinci darbeyi yedi. Fakat bu seferki karşılayabileceğinden de fazlaydı. Boğazın mavi suları gitmişti. Gözlerine inanamayarak uzun bir süre kısmen arabaların üzerinden kısmen yanlarından koştu. Her adımıyla manzara daha da netleşiyordu.
Boğaziçi köprüsü artık tamamen görüş alanına girmişti. Daha doğrusu köprünün olması gereken yer ve arta kalan parçası. Köprü iki yakadaki ilk dikmelerinin üzerindeki kısımları hariç tamamen yıkılmıştı. Boğazın suyunun tamamen boşalmış olmasıyla oluşan kanyonda her türde ve her boyutta deniz taşıtı toprağın üzerine serpilmiş gibiydi. Birçoğunun gövdesindeki hasarlardan o hengâmede çarpıştıkları anlaşılıyordu. Çarpışma sırasında alev alanlar, üzerindeki kararmalarla kendini belli ediyordu. Bütün bu görüntü aklından geçerken neler olmuş olabileceğini düşündü kız. Gerçekten de bir deprem bu kadar olaya sebep olabilir mi? Diye geçirdi aklından bilinçsizce.
İrili ufaklı gemilerden ve teknelerden gözünü alıp zemine odaklandı bir süre. Oluşan kanyonun dibinde büyük ölçekli bir yarık vardı. Gördüğü kadarıyla tüm boğaz boyunca devem eden bu yarık yaklaşık 4 katlı bir bina genişliğindeydi. Yarığın içinde de birkaç tane deniz taşıtı görünüyordu. Çekilen – ya da nereye gittiğini bilmediğim diye düşündü kız – suyla beraber o tekne ve vapurları da yarığa çekmiş olduğunu düşündü. Korkudan adımları yavaşlamış kız köprünün ayakta kalan son parçasına doğru ilerlemeye başladı.
İçini saran korku adrenalin salgılamasına sebep oldu ve çocuğun hareketleri hızlandı. Köprüye doğru koşmaya başladı fakat araçlar ve çöküntüler tüm hızıyla gitmesini engelliyordu. Buradan araçla her geçişinde karşı yakadaki Beylerbeyi Sarayına hayranlıkla bakardı. Bilinçsizce ilk görmeye çalıştığı şey o oldu fakat henüz görüş alanına girmemişti. Kafası karışan çocuk biraz düşündü ve yapıyı görememesinin sebebini anladığı anda koşu hızını birden kaybedip nefes nefese ve yuvalarından fırlamış gözlerle derin kanyona bakakaldı. Beylerbeyi Sarayı’nı göremiyordu çünkü saray yerinde yoktu. Biraz sola geçip baktığı zaman sarayın kalıntılarının boğazın sularının olması gereken yerdeki kanyonun dibinde olduğunu gördü. Hala gözlerine inanamıyordu. Köprünün ayakta kalan tek kısmına doğru yürüdü ve korkunç manzarayı izledi bir süre.
Severek gezdiği, çok vakit geçirdiği yerlere baktı önce. Salacak sahili yok olmuştu. Artık sadece kanyona dökülen toprak ve beton yıkıntılarından ibaretti. Kuleli Askeri Lisesi de Beylerbeyi Sarayı gibi Kanyonun dibinde parçalar halinde yatıyordu. Bu mesafeden net göremese de Kız Kulesi’nin de yerinde olmadığını fark etti. Ve her şeyin ötesinde köprü yıkılmıştı. Yıkıntıya baktığında tam da altından bir gemi geçtiği sırada yıkıldığı anlaşılıyordu. Siyah gövde üzerine tek bir kırmızı şeritle, şeridin üzerinde Kiril alfabesinden birkaç harfin görüldüğü bir yük gemisiydi. Kanyonun görülebilen kısmında bir yaşam belirtisine rastlamak için umutla iki yönü de taradı fakat hareket eden bir taş parçası bile göremedi. Aklı biraz başına geldiğinde tek bir şeye anlam veremedi. O kadar su nereye gitmişti?
Kız, köprü kalıntısının ucuna oturdu. Hissizleşmişti. Karşı kıyıda sürekli gördüğü siluet yerini düz ve gri bir tabakaya bırakmıştı. Levent - Maslak arasındaki gökdelenler yoktu. Sol tarafında Tarihi Yarımada’daki minareler ve kubbeler de aynı şekilde. Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları kanyonun dibinde yatıyorlardı. Bildiği her semt yok olmuş, tanıdığı tüm insanlar kaybolmuştu. İstanbul dışında da durumun aynı olduğunu öğrenmişti. Yiyeceği ve suyu bitmek üzereydi. Tutunacak ne var diye düşünerek karşıya, köprünün diğer ucuna çevirdi gözlerini. Bir hareket çarptı gözüne.
Çocuk köprünün ucuna kadar geldi. Yükseklik korkusu yoktu ve bacaklarını kenardan sallandırarak yıkıntının kenarına oturdu. Kendisini var eden tüm somut dünyanın yok olduğunu artık biliyordu. Sevdiklerinden de umudunu kesmişti birkaç dakika önce. Kendisine bir amaç bulmazsa aklını kaçıracağını biliyordu. Kafasını kaldırıp köprünün karşı kıyıda kalan son diğer parçasına baktı. Orada oturan birisini zorlukla seçebildi ve onun dikkatini çekmek için ayağa kalkıp zıplamaya başladı.
Kız tekrar ayağa kalkıp karşı tarafa el sallamaya başladı. Sebebini bilmediği bir umut kapladı içini…
Çocuk karşılık görünce birden yeni amacını bulmuş oldu. Karşıya geçmenin bir yolunu bulmalıydı…

Devam etmeyecek...

2 yorum:

İdrak Yolları İltihabı dedi ki...

Umut her zaman var ...

bfspm dedi ki...

insan kendisi yaratıyor genelde...