30 Nis 2011

Kumsal Barı

Çocuk önceki gece hasta olmanın arifesinde içki içtiği için kendisine çok kızıyordu. Ama ortam güzeldi, muhabbet keyifliydi ve pizza üstüne bira iyi gidiyordu. Hiçbir hareketinden pişman olmazdı ama yine de kendisine kızmaktan alamıyordu kendisini. Çünkü genzinin yanmasını, bunun önlem almazsa büyük bir hastalığa dönüşeceğini biliyordu.
Akşam buluştuğu arkadaşlarını düşündü, avukatlar, bilgisayar mühendisleri ve bir de kendisi. Hepsi okumuş çocuklar... Birçok konu hakkında birçok farklı bilgi ve birçok farklı fikir gece boyunca havada uçuşmuştu. Vizyon sahibi insanlarla az alkollü toplaşmaları hep sevmişti çocuk zaten.
Ama her ne kadar okumuş çocuklar olsalar da, vizyon sahibi olsalar da dikkatini çeken bir şey vardı ki, aklına gelince hüzünle karışık bir gülümseme ifadesi beliriyordu yüzünde. Hiç kimse mesleki hayatından tam anlamıyla memnun değildi. İşin daha da vahim tarafı herkesin hayalinin, bir beyin yıkama operasyonu geçirmişler gibi aynı olmasıydı: “Bir sahil kasabasında restoran açmak”.
Bu yılların eskitemediği klasik istek, karakterlere göre değişiklikler de gösterebiliyordu tabi. Restoran, kumsal barı, pizzacı, vs… Çocuk da zaten eğitimini lisans düzeyine çıkardığı zaman, tüm arkadaşlarına benzer bir istekle, akademisyen olamazsa bir bar açma hayaliyle yanıp tutuşmuştu. Önceki gece de zaten bunu tekrar ortaya koyanlara “kesinlikle katılıyorum bilader, huzurlu olacağımız kesin” diyerek katılıyordu. İşin gerçeği bunu merak etmeden de duramıyordu. Tek ticari geçmişi bakkalda bir yaz boyunca çıraklık yapmaktan ibaret olan çocuk nasıl olup da turistik bir barı yönetebilecekti acaba.
Tabi ki bu hayallerin temeli ortadaydı. Ve çocuk tüm arkadaşları için aynı gerçeğin temel olduğunu düşünüyordu. Hayatları ve eğitimleri boyunca tek yaptıkları yönlendirilmek yerine sürüklenmek olmuştu. Kendi mesleğini sevmesine rağmen üniversiteyi kazandığı zaman mesleğiyle ilgili bildiği tek şey çizmek’ten ibaret olduğuydu. Aynı şekilde birçok arkadaşının hayatındaki bilgisayar deneyimi commodore 64 veya amiga’da oyun oynamaktan ibaretken bilgisayar mühendisi olmuşlardı. İstisnai durumlar dışında, çevresindeki herkes gerçek mutluluğun tüm bu meslekler hakkında bilgi sahibi olduktan sonraki seçenekler olduğunu kavramıştı. Kendisi de farklı değildi. Çocuk motor sporlarında başarılı olabileceğini biliyordu mesela ama yaşı artık otuzdu. Bir yazar olabileceğinin farkındaydı ama yazarlık artık bir hobiydi. Yanlış zaman ve yanlış yerde, yanlış yollara sapmanın hayatına getirdiği negatif etkilerin farkındaydı artık…
Kumsal barı. Çocuk bu fikri tekrar düşündü. Gülümsedi ve ruhunu dinledi:
“Doğru zaman ve doğru yeri seç”

Belki dinlersin

29 Nis 2011

Kaybettiklerimin Arasında En Çok Aklımı Özlüyorum...


Başlığa tezat bir ben var benden içeri :
Hayatım boyunca bana anlamlı gelen şeyleri en çok aklımı kaybettiğim zamanlarda gerçekleştirmiş olduğumu düşünmek ne tuhaf bir duygu.Bu duygunun bana sınırsız bir dünya yarattığını,ruhumu özgürleştirdiğini hissediyorum.Devamlı otokontroller altında olan yaşamım  yılda birkaç defa birkaç günlük süreçte frene hiç basmıyor,emniyet kemeri takmıyor. Nasıl oluyor da sonunda aslında varacağım bir yer olmamasına rağmen inatla yürüyorum.Bir son değil aslında istediğim,sadece yolda yürürken yaşadığım mutluluğu bir kere daha tadabilmek.Kimseyi düşünmeden sadece ben olabilmek,hissederek yaşayabilmek.O nedenle benim bir ömüre ihtiyacım yok uzun uzun yaşanacak,kısacık dakikalar ve an'ları anı yapacak sevgiler var...Sonuç değil sebep olanlar için kısa bir teşekkür bu...Ya hiç olmasaydı...Eksik kalacaktım,en sevdiğim sözcüklerle beraber hükümsüzleşecektik...

Sevgilerimle,

Fotoğraflarımdan


Yansımalar




28 Nis 2011

Hayatı Küçültmek

Hayatı küçültmek ne olabilir ? Çevrenize bakarsanız koskocaman bir karmaşanın içerisinde yaşadığınızı farkedersiniz.Sokakta yürürken sadece bir saniyeliğine olsa durun ve dinleyin...Duyduğunuz herşey koşturmacanın ve paniğin sesi...Ne kadar rahatsız edici olduğunu farkedeceksiniz.Yürümeye devam edin ve iç sesinize odaklanın,keza diğerini dinlemekten çok daha keyifli olduğunu düşüneceksiniz.

Bakıyoruz yollarda devasa jeppler,son model büyük araçlar.Evler gün geçtikçe küçüldüğü kadar büyüyor da,uzayıp giden iş merkezleri,devamlı yapılıp bozulan sonra yeniden yapılan binalar,yollar,kaldırımlar kısaca kentleşme ama lükse doğru,göz boyayan cinsten işlevselliği tartışılır,sinekli bakkal öldüğünden bu yana her yeri kaplayan AVM'ler,bir türlü durduramadığımız alışveriş tutkusu,plazmalar,laptoplar kısaca elektronik eşyalar,sosyal paylaşım ağları mını mını....Ne kadar çok örnek var,sizde okurken başka şeyler ekleyeceksiniz.Bu kadar ilerlemişken,ne kadar mutluyuz diye bütün billboardlara yazmamız lazım aslında.Ama hayır...Hala mutsuzuz...Neden mi çünkü eskiden maymun iştahımızı bu denli kabartacak kadar çok seçeneğimiz yoktu.Ayşe teyzenin evindeki buzdolabının bir benzeri bizde de vardı...Market arabalarına aynı türden malzemeler dolardı,şimdi bakın her türlü tuhaf ve gereksiz ıcı bıcıyla dolup taşıyoruz.Gereksin gerekmesin herşeyi alıyoruz,bir hafifliyoruz bunu yaparken...

Oysa eskiden şöyle keyifler vardı hayatımızda; sevgilimizin evini telefonla arar,annesinden kendisini rica eder nerede buluşacağımızı söyler kapatırdık.(cep telefonu gibi mükemmel(!)bir icat yoktu.)Sinemanın önünde buluşur patlamış mısırımızı alır seyrederdik.(Ev sinema sistemleri yoktu.) Yılbaşında ya da önemli günlerde arkadaşlarımıza kart atar,mektup yazardık.(Bir tıkla erişebileceğimiz mail adresleri yoktu.) Kitap aldığımızda ilk sayfayı açar açmaz gelen ağaç kokusu okumaya başlarkenki keyfi tamamlardı.(E-kitap yoktu o zamanlar).Vardı-yoktu siz çoğaltın örnekleri...Hayatımızın nelerle dolduğunu düşünün.

Bir sahil kasabasında,sokakta dostlara selam vererek yaşamak,hayatın gerçek nefesini almak,güzel sofralar donatmak ve yine dostlarla sohbet etmek paylaşmak,şu an yaptığım meslekle alakasız belki cam eşyalar satmak ya da restoran işletmek,gün batımını sevdiklerim yanımdayken yaşamak gibi hayallerim var.Ne kadar basit değil mi?İşte hayatı küçültmek bu noktada başlıyor.Büyük evlerden,büyük arabalardan,gerekli gereksiz aldığımız eşyalardan arınmak,internetten,devamlı herkesten ve herşeyden haberdar olmak dürtüsünden uzaklaşmak,daha minik ve şirin evlerde yaşamak,her sene telefon modelini değiştirmemek,göğsünde türlü hayvanların logolarının olduğu kıyafetlerden kurtulmak,gösterişten uzaklaşmak...Ne kadar zor görünse de gözümüze hangisi daha kolay sizce?Bunlara sahip olma hırsımız mı yoksa hayatımızı küçültme çabamız mı?Ben size soruyorum.Karar sizin.... 

Vazgeçebilmek Üzerine Bir Deneme

Geçtiğimiz günlerde vazgeçebilmek üzerine bir methiye okudum. “Vazgeçebilme”ye, bir erdem olduğu, özgürlük olduğu gibi övgü dolu sıfatlar bahşedilmiş. Dolayısıyla vazgeçenin de erdemli, olgun karakterli olduğundan dem vurulmuş. Şimdi bunları tekrar anlatıp da yazıyı zaten okumuş olanların kafasını bulandırıp sıkmadan kısaca bahsedelim.
Vazgeçebilmek bir yetenek olabilir tabi ki. Hayata devam etmek için bazı seçenekler çıkar her zaman insanın karşısına. Makul olanı seçer, diğer seçenekler arkada kalır. Arkada kalan seçeneklerde aklı kalabilir. Kalmayabilir de. Ama sonuçta vazgeçmiş olur. İnsanoğlunun özlemlere bağlanıp hayatı kendisine zehir etmesindense vazgeçtiklerini arkada bırakarak kararları doğrultusunda aklıselim bir ruhla hareket etmesi tabi ki güzel, tabi ki olgun.
Ama…
Vazgeçmenin özgürlük anlamına gelebileceği gibi, korkaklık ve tembellik anlamına gelebileceğini de unutmamak lazım. Özellikle insanoğlu bu kadar bencil ve kendi ruhunu dinlemekten uzakken gerçekten özgürlük namına hayatlarındaki seçeneklerden vazgeçebildiklerine ben inanmıyorum. İnsanların büyük çoğunluğu kendilerine öğretildiği gibi yaşıyorlar, yorum yapmadan, düşünmeden. Din de böyle, siyasette de, aşk ilişkilerinde de, arkadaşlık ilişkilerinde de… Her zaman verdiğim örnekteki gibi: Biz de çocukken saklambaç oynuyorduk, Amerika’daki çocuklar da oynuyorlar. Bir şeyler bir yerlerde tüm insanlığa öğretilmiş gibi. Buna güzel bir örnek de yolda, metroda, telefonda kavga eden sevgililerdir. Lütfen bu insanlara dikkat edin. Birbirinden farklı karakterde, farklı kesimlerden, farklı kültürlerden insanların aşıkların kavgaları tornadan çıkmış gibi aynıdır. Aynı kelimeler, aynı kalıplar, aynı “seni sevmesem yanında olmazdım”lar.
Daha fazla uzaklaşmadan ana konumuza dönecek olursak, bu kadar öğretilmiş, bu kadar körleştirilmiş bir insan yığınının vazgeçebilme yetisine bu kadar objektif yaklaşabildiklerini düşünmüyorum. Çünkü hayatımda, çevremde gördüğüm kadarıyla, bir şeylerden vazgeçen hemen herkes kolaycıydı. Karar odakları sadece seçtiklerinin kolay, arkada bıraktıklarının ise korkutucu ve zor olmasıydı. (İstisnaların, bir elin parmakları kadar olsa bile, var olduğundan bahsetmeye gerek bile duymuyorum).
Çok sevdiğim bir filmdeki bir cümle tüm bu söylediklerimi özetler nitelikte bir felsefeyi anlatır: Cehalet mutluluktur.
Saygılarımla...

27 Nis 2011

Bakarken Görmek

Şu sıralar en çok duyduğum cümle öbekleri şikayet etmek üzerine kurulu olanlar.Farkediyorum ki hiçte dert edilmeyecek şeylere takılıyoruz.Sabah işe gelirken ayakları geri geri gidenler,iş yaptığı insanlarla kavga edenler,paranın çeklerin derdine düşenler,sanki yanlış mesleği seçmiş ama ömrünce başka alternatifi yokmuş gibi davrananlar,sevgili bulamayanlar,aile kuramayanlar,çocuk doğuramayanlar,eşiyle mutsuz olanlar,kendinden mutsuz olanlar,dostlarından mutsuz olanlar,trafikte yorulanlar,görgüsüzlerle boğuşanlar,-lar ve -lar diye çoğaltabiliriz bu örnekleri...Değişik kişilerden değişik cümlelerin içerisinde duyduğum örnekler...

Aslında herşeyi,bu mutsuzlukların hepsini kendimiz yaratıyoruz.Özellikle belli bir yaş evresinden sonra ki bu genellikle 30'lu yaşlara tekabül ediyor,birşeylere sahip oldukça daha çok doyumsuzlaşıyor ve sürekli  mutluluğa sahip olmak düşüncesine dayanamıyoruz.Toplumsal olarak öncelikle pesimist yaklaşmak gibi bir adetimiz var.Hep en kötüsünü düşünerek başlıyor,bu düşüncelere saplanıyor ve aslında kolayca çözümlenebilecek ve dert edilmeyecek herşeyi abartıyoruz.İşinizi sevmiyor musunuz?O zaman bırakın yakasını keza işinizin sizi sevdiğini kim söyledi size;ama yok ben sıfırlayamam kendimi diyorsanız o zaman işinizi amacınızmış gibi görün para kazanmak için bir amaç;sevmek kısmına takılmayın hayatta herkes şanslı olamaz.Herkesin mükemmel bir işi,mükemmel bir dünyası,mükemmelliklerle bezeli ayrıntıları olamaz.Siz kendinizde olmayan şeylerin eksikliği ile de varoluşunuzu takdir edin.Böylece herşey daha kolay görünecektir gözünüze.Davranışlarınıza dikkat edin,sizi standart bir insan olarak gören daha doğrusu size duygusal bir yakınlığı olmayan kişilere ılımlı ve nazik yaklaşın,bu tavırdan anlamayanlarla hiç uğraşmayın,onlar için cehalet mutluluk iken sizin için yıpratıcı bir olgudur.Sevgiliniz mi yok,evlenemediniz mi,başkalarının miniklerine bakıp iç geçirir hale mi geldiniz.Sabredin o adam veya kadın sizden habersiz bir yerlerde,aynı zaman diliminde farklı bir hayat yaşıyor sadece.Belki de yaşamıyor.Bir filmden alıntı yaparak söylemem gerekirse;Bazen ilk görüşte bilirsin, o insan senin kaderindir. Bazen bir ömür ararsın… Bulunmaz.Şanslı insanlar kaderlerini bulmuş olanlardır;o çok özenilen ortak yaşamların çoğuysa yalandır,birbirleri  için farklılaşmış insanlar barındırır içinde...Varlığı sizi mutlu etmeyen bir düzeneğin içinde olmaktansa umut ederek yaşamayı tercih edin.Gündelik hayatın içerisindeki söz dalaşlarından,aynı frekansta olmadığınız insanlardan,onlara tahammül etmek duygusundan uzaklaştırın kendinizi....Güzellikleri görmeye çalışın,sabah işe gelirken yoldan aldığınız arpa çiçekleri gibi ya da burnunuza gelen portakal çiçeği kokuları gibi,sonsuz mavilikler gibi,minicik bir sokak kedisi gibi...Hayat bir yoldur aslında ilerleyen ama sona doğru ilerleyen...Hayatın düzenini değiştirmeye çalışmayın,çok yorulursunuz...Değişmesi gereken birşey olacaksa eğer bakış açınızı değiştirin çünkü mutluluk ya da mutsuzluk tamamen sizin fikrinizde içinizde,emin olun hangisine sahipseniz onu siz yarattınız...

Sevgilerimle,


Hoşgeldiniz

Günün tüm karmaşası ve monotonluğu içerisinde önemli derecede keyif aldığım şeyin yazmak olduğunu anladığımda ve bu konuda yüreklendirildiğim zaman kısa süre içerisinde bu eksikliği gidermem gerektiğini anladım.Ben blogun ismini İdrak Yolları koymaya çalışırken,iltihabı kısmını da Uğur ekleyiverdi.İsmimiz bu şekilde belli oldu ancak blogu açar açmaz yazı yazamadım.Sanırım hafiften pas tutmuş ellerim...

Bir açılış yazısı aslında bu,ben ana rahmine düştüm olgunlaştım ve yeni doğdum mesajı.Dünya bizden haberdar olsun olmasın çokta mühim olmasa da,yazarak paylaşmanın keyfine varmak isteyen  blogcuların sayfası burası..Hiç iddiası yok,mesaj kaygısı yok,amacı yok..Sadece fikirlerini kelimelere güzelce dökebilmek kaygısı var ;bu kaygı da sizinle değil tamamen bizimle bağlantılı...

Eee...Hoşgeldiniz !!!