14 Haz 2011

İkibinyirmiiki (Dördüncü Bölüm)

Kız Minibüs Caddesi’nde zorlukla yürüyordu. Geniş bir cadde olmasına rağmen yıkılan binaların beton parçaları her yöne saçılmış ve yığıntılar oluşturmuştu. Kendisi gibi belirli bir amaç için kendinden emin adımlarla hareket eden insanlar olduğu gibi, yıkıntılar arasından kullanılabilir eşyaları ayıklayan birkaç insan da vardı. Şanslı azınlık diye geçirdi içinden kız. Sonra hemen fikrini değiştirdi. Şanssız azınlık…
Yolculuk kız için yorucuydu. Sürekli tırmanmaya, atlamaya, zıplamaya alışık değildi vücudu. Bir yandan beton blokların arasından geçmeye çalışırken, diğer yandan babasını dinlemeyip sporla hiç ilgilenmediği için kendisine kızıyordu. Fakat böylece kafasını meşgul ediyor ve çevresindeki yıkımın ciddiyetiyle pek ilgilenmiyordu.
Minibüs Caddesi’nden İnönü Caddesi’ne döndü. Kozyatağı Köprülü Kavşağına çok uzun bir mesafe olmamasına rağmen bu yolu da iki saatte zorlukla tamamlayabildi. Güneş gökyüzünde yükselmiş ve bulutsuz hava sayesinde sıcaklığını hissettiriyordu. Saati olmayan kız saatin öğlen bir civarı olduğunu tahmin etti ve bir paket kek ve birkaç yudum sudan oluşan öğle yemeğini yemek için beton bir bloğun gölgesine oturdu. Hala hiçbir yardım ekibi yoktu görünürde.
Yemeğini tamamladıktan sonra Kozyatağı Köprüsü’nün üzerine çıktı ve son bir haftadır deprem anı dışında kanını donduran tek şey bu görüntü oldu. Daha birkaç hafta önce sevgilisiyle izledikleri zombi filmlerini andıran bir sahneydi karşısındaki. Yol boyunca yıkılmış binalar; terk edilmiş, yanmış ve kısmen çöken yolların içine kaymış arabalar; yanarak veya çıkan muhtemel izdihamda ezilerek ölmüş insanlar… Kafasını meşgul ederek yürüdüğü yollarda neden bu kadar korkunç bir sahne olmadığını düşündü hemen, fakat yanıt basitti. Gece vakti gelen deprem, insanların beton yığınlarının altında, gözlerden uzak kalmasını sağlamıştı.
Biraz ileride yolun sağında Yeni Sahra köprüsünün yakınındaki alışveriş merkezinin katları, bu mesafeden bile üst üste istiflenmiş beton tablalar olarak seçilebiliyordu. Kızın bu yolu seçerken yiyecek bulmayı ümit ettiği binalardan birisiydi bu alışveriş merkezi. Fakat gördüğü manzaradan sonra midesindeki yiyecekleri yerinde tutmak için bile çaba harcaması gerekiyordu. Ters peristaltik hareketini birkaç kez yutkunarak engelledi ve gözlerinden akan yaşları silip tedirgin bir şekilde köprüden aşağıya inen bir yol buldu. Her ne olursa olsun Boğaziçi Köprüsü’nü denemek zorundaydı.
Yolun kenarındaki yıkılmış binaların ve beton yığınlarının arasından gitmektense, her ne kadar yanmış ve kötü görünüyor olsalar da araçların arasından, gerekirse üstlerinden yürümeye karar verdi. Fakat çok kısa bir süre sonra durumun, köprünün üzerinden gördüğünden çok daha kötü olduğunu anladı. Bir haftalık cesetlerin kokusu bazı noktalarda dayanılmaz bir hal alıyordu. Bir gaz maskemin olması için ne gerekiyorsa verirdim diye düşündü o anlarda. Gerekirse bedenimi bile…
Devam edecek…

Hiç yorum yok: