Çocuk aklını kurcalayan düşünceleri kafasını sallayarak dağıttı ve ayağa kalkıp ağrıyan vücudunu gererek kaslarını açmaya çalıştı. Hayatı boyunca birilerinin, kendisini düştüğü zor durumlardan kurtarmasını beklemişti ve öncekilerden farksız olarak yine kimse gelip elinden tutmamıştı. Bir kez daha kendi ayakları üzerinde durma sorumluluğunu göğüsleyip hareket etmesi gerekiyordu. Yıkılan evinin kalıntıları arasından kendisine ait birkaç eşya bulmayı başarmıştı ve bunlar arasında çocuğu en çok sevindiren, hasarsız bir şekilde bulduğu dijital müzik çalarıydı. İçindeki şarkılar her dinlediğinde adrenalin salgılamasında yardımcı olur ve kendisine enerji verirdi.
Bataryası dolu olan müzik çalarını cebine koydu ve deprem sırasında üzerinde olan çapraz asılan küçük çantasının içini ambalajlanmış hazır yiyeceklerle doldurup yola çıkmak için hazırlandı. Kıyafetleri bir haftanın pisliğini taşısa da sağlamdı ve daha uzun süre dayanırdı. Arkadaşlarının hemen hepsi ve sevgilisi Anadolu yakasında oturuyordu ve onlara ulaşması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden yıkılmış olması ihtimaline rağmen Boğaziçi köprüsünden denemeye başlamaya karar verdi.
Köprüye yakın olduğu için ulaşması kolaydı ama yıkımın boyutlarını öğrenmek için Osmanbey Caddesi üzerinden Mecidiyeköy’e ve oradan da köprü yoluna çıkarak biraz yolunu uzatmanın bir zararı olmayacaktı. Sabahın bu erken saatinde yola çıkarak sakin bir tempoyla öğlen olmadan köprüye varabilirdi. Bu düşüncelerle yıkıntıların arasından yürümeye başladı. Çok az sayıda insan sağda solda uyuyor veya yiyecek bir şeyler aranıyordu. Onlara yardım etmek geçti bir an içinden, elindeki yiyeceklerinden bir kısmını onlara vermek istedi. Fakat hayatta kalma güdüsü ağır bastı ve yardım etmesi gereken ilk kişinin kendisi olduğu gerçeğiyle yoluna devam etti.
Osmanbey’de Atatürk Evi ve biraz daha ileride yolun karşısındaki bir eski eser bina hariç diğer yapıların tamamı yerle bir olmuştu. Atatürk Evi’nin ayakta kalmasıyla ilgili, son on yılda ismini aldığı kişiye atılan çamurlar ve edilen hakaretlere bir cevap olarak yıkılmadığını düşündü ve gülümsedi. Fakat hemen ardından, yürürken üzerinden geçmek zorunda kaldığı yıkıntıların hangi binalara ve hangi hayatlara ait olduğunu, beraberinde neler götürdüğünü düşündüğünde içini derin bir hüzün kapladı. Mecidiyeköy meydanına geldiğinde hasarın boyutları gözünde bir kat daha büyüdü. Binalarla beraber yıkılan üst yolun, araçların da infilak etmesine neden olduğu anlaşılıyordu. Yıkıntıların ve yanmış insanların kalıntılarının üzerini küller kaplamış, ölü bedenlerin keskin kokusu, yanmış araç ve binaların kokusuna karışmıştı. Bulunduğu mesafeden bile midesine hakim olamayan çocuk bu manzaraya daha fazla dayanamayacağına karar vererek geldiği yönde tekrar yürümeye başladı. Köprüye giden başka yolları denemeliydi.
“Keşke hiç yerimden kıpırdamasaydım” diye düşünürken, bir haftadır ilk kez gözlerinden süzülen yaşları hissetti ve yaşlar görüş açısını kapatırken içgüdüsel olarak kendisini Fulya üzerinden köprü yoluna çıkaracak bir güzergâhı takip ediyordu.
Devam edecek…
1 yorum:
ağlamasın lütfen :(
Yorum Gönder