Denizin Gözü adaya temkinli bir şekilde yaklaşırken mavi saçlı adam diğerlerinden çok daha keskin gözleriyle, hafif sis perdesinin arkasını da görerek adayı tarif etmeye başladı: “Çok az yükselti var adada. Kumsaldan sonrası tamamen yeşil. Ama ağaçların türünü anlayamıyorum. Atalarımın efsanelerinde geçen ağaçlara benziyorlar diyebilirim sadece. Bu mesafeden herhangi bir canlı göremiyorum.”
Druid yüzünde büyük bir şaşkınlık ve heyecanla araya girdi: “Hiçbir ağacın bu kadar net şarkı söylediğine şahit olmamıştım. Dillerini anlamıyorum ama içimi bir huzur kaplıyor.”
Büyücü yol arkadaşlarına baktı ve böyle güçlü müttefikleri olduğu için çok şanslı olduğunu düşündü. Dördü birlikteyken tanrılara bile kafa tutabileceğini düşünüyordu. Druid ile adaları aramaya başlamadan çok önce tanışmıştı. Druidin sevgilisinin de dahil olduğu gölge ırkının gizemlerini araştırırken yolları çakışmış ve sonraki tüm yolculuklarını beraber yapmışlardı (Bu başka bir hikayenin konusu). Druidin küçük yaşlardan itibaren doğaya karşı olan korumacı tavrı hayatına yön vermiş ve zaman ilerledikçe doğanın kendisine sunduğu özelliklerin farkına varmaya başlamıştı. Küçük bir köyde yetişen druid, küçük yaşlarında bile yakacak olarak kesilen ağaçları için yas tutar, kendi evinde babasının ağaçları kesmesine izin vermezdi. Ormandaki ağaçların dökülmüş ölü dalları da kışı geçirmelerine yeterken canlı bir ağacı kesmenin şuursuzluğunu asla anlamamıştı. Zaman içinde ağaçların kendisiyle konuştuğunu ve onlara yaklaşımından dolayı teşekkür ettiğini fark etti. Bu sesli bir konuşma değildi tabi ki. Sadece bir histi. Ormanda daha çok vakit geçirmeye başlamış, orman yaratıklarıyla da ilişki kurmayı öğrenmişti. Gözleriyle göremese de, ormandaki tüm canlıları hissediyor, yerlerini ve bir sonraki hamlelerini biliyor hale gelmişti. Doğadan öğrendiği irfanın sınırları yoktu ve uzun süredir dost olmalarına rağmen her gün büyücüyü şaşırtacak bir yol bulabiliyordu. Hem günlük hayatta, hem de çatışma sırasında.
Dörtlü grubun arasında orta boyu ve ince bedeni yüzünden en zayıf görüneni yarı periydi, fakat görünüşün ne kadar aldatıcı olabileceğinin kanıtıydı adeta bu kız. Gümüş zırhını giyip ellerinde efsunlu kılıcı ve kurt armalı kalkanıyla tam bir savaş leydisine dönüşüyordu. Mavi saçlı adam ile beraber ise kusursuz bir ikili oluyorlardı. Şövalye bir baba ile peri bir annenin kızı olan yarı peri, kasabasının yıllar önceki minotor akınında katledilmesi üzerine ailesini kaybetmiş ve onaltı yaşında yollara düşmek zorunda kalmıştı. Babasından aldığı savaş eğitimi ile uzun bir süre başının çaresine bakan ve katliamdan sonra Diken Dağları’na kaçan yarı peri koruyucusu, yoldaşı ve sevgilisi olan mavi saçlı adamla dağlarda sığınmak zorunda olduğu bir mağarada karşılaşmıştı. (Bu da başka bir hikayenin konusu).
Mavi saçlı adam ise büyücünün hayatı boyunca tanışmayı hayal bile edemeyeceği birisiydi. Efsanelerde adı geçen ve eski zamanların savaşlarında önemli yer tutan savaşçılardandı. Tam olarak yaşını yarı peri dışında bilen yoktu ve kendisi de bu soru her sorulduğunda gülümseyerek konuyu değiştiriyordu. Yaptıkları sohbetler sonucunda büyücünün tahminlerine göre elli yıllık bir sapma payıyla yaşı dokuz yüz civarı olmalıydı. Gerçek formunu gemi mürettebatı bir deniz savaşı sırasında görmüştü ve ilk başta korkudan donakalmalarına rağmen yanlarında böyle bir güç olmasından dolayı savaşı hızla kazanmışlardı. Kaptan ve tüm mürettebat ondan uzak durmasa da saygıyla karışık bir korku duydukları ortadaydı. Kaptan dışında tüm mürettebat göz göze gelmekten kaçınıyordu, çünkü insan formunda değiştirmediği tek görüntü gözleriydi.
Devam edecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder