30 Tem 2011

Dönüm Noktaları Kısım 1

Yaşadığım hayat iyi kötü beni ben yaptı. Bazen nerede ne yaşadığımı bilmiyorum, daha doğrusu hatırlamıyorum. Dolayısıyla karakterimin bazı köşeleri benden bağımsız gelişmiş gibi geliyor. Garip. Ama bazı anlar var ki, ruhumu bir kademe daha olgunlaştırdıklarını biliyorum. Ve kulağa çok saçma gelseler de asla unutamıyorum.
Orta birinci sınıftaydım. Okulun ilk haftası. Bi halt varmış gibi o yaştaki çocuklara kravat takılmasına şu an anlam veremesem de o zaman hoşuma gitmişti. Kendimi büyük adamlar gibi sanıyordum. Yürüyüşüm değişmişti, daha ağırbaşlı, dik ve enerjik yürüyordum. İlk haftanın son günü okuldan çıktığımızda yanımda ortaokulda ilk samimi olduğum arkadaşımla yürüyorduk. Filmlerden bahsediyorduk. O yaşta ne vardı peki: Rambo. O ağırbaşlı hava birden kravatın kafalara takılmasıyla son buldu. Enerji ise baki.
Kafamda sarılı kırmızı kravatımla çözülen ayakkabımı bağlamak için çömeldim. Yanımızdan lise son olduğunu düşündüğüm iki abi geçiyordu. Kravatları lacivertti. Boyunlarında takılı duruyordu. Sanırım onlar Rambo sevmiyordu. Yanımızdan geçerken konuşmalarını duydum.
Abi 1:”Şunlara baksana ne kadar komik görünüyorlar.”
Abi 2:”Çocuk olum onlar daha.”
Bu basit ama dopdoğru iki cümle beni o kadar etkiledi ki, hemen kravatı çıkarıp tekrar boynuma bağladım. Büyüdüğümü sanmıştım. Ama ben henüz bir çocuktum. Bunun farkına varmak beni çocukluktan çıkaran ilk adım olmuştu. Düşününce tam bir kaos. Sanki birileri benden olgun olmamı bekliyordu. Ama o birileri kimdi bilemedim hiç. O kravat bir daha hiç boynumdan çıkmadı lise son sınıfın son gününe kadar. Rengi değişti, lacivert oldu ama yeri değişmedi. Eve dönerken bile katlayıp cebime koymadım. Olması gereken yerde olmalıydı.
---
Yalan söylemek konusunda her zaman iyi değildim. Sonradan çok geliştirdim kendimi. O kadar geliştirdim ki bazen ben bile anlamıyorum. Ama sevdiğim insanlara yalan söylememem gerektiğini, bunun sonucunda çok üzüldüklerini ve dolayısıyla benim de kendimden nefret etmeme sebep olduğunu anladığım bir gün olmuştu.
Hayatımın hiçbir döneminde dersleri süper olan bir öğrenci değildim. Matematiğe bayılırdım, edebiyat severdim, geri kalanı beni pek kesmezdi. Ha bir de İngilizce. Bu sebeple teşekkür almaktan öteye geçemezdim. Ama hiç de zayıfım olmazdı. Neyse…
Lise birinci sınıfta hayatımda ilk kez fizik dersi sınavından zayıf not aldım. Kendimi birçok açıdan kötü hissettim. Öncelikle aptal hissettim kendimi. Sınıfın yarısından fazlasının 30un altında alması beni teselli etmedi. Kesinlikle okuyamayacağımı, bir meslek sahibi olamayacağımı düşünmeye başladım sınav sonucu açıklandıktan 4 saniye sonra. Ve eve gidip aileme yalan söyledim. 45 olmuştu notum birden bire. İkinci sınavda daha iyiydim. 30 almıştım. Eve gidip 55 dedim. İçten içe aileme yalan söylememin beni ezen baskısı altında babamı veli toplantısına gönderdim. Gerçekleri öğrenmeliydi. Sevgili okur bana aptal deme lütfen. Bu tamamen dürüst olma isteği aslında. Yanlış bir yoldu biliyorum ama yine de sen bana aptal deme tamam mı?
Babam eve döndüğünde öğleden sonraydı. Ben uyuma numarası yapıyordum. Ben hayatım boyunca sıradan bir günün öğleden sonrası uyuyamam. O gün de uyumadan kaçınılmaz olanı ertelemeye çalışmıştım sadece. Babam geldi. Mutfakta annemle konuştuklarını duydum. Gerçekleri anlatıyordu. Babamdan duyunca o gerçekler tekrar acı verdi. Kalktım. Yüzümü yıkadım. Hoş geldin baba dedim.
Sonucu tahmin edersiniz. Ebeveynlerim sinirlenmiş ve büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Hem aldığım sonuçtan dolayı hem de yalanımdan dolayı. Ama daha çok yalandı onları üzen biliyorum. Beni dağıtan ise babamın sinirinin sözcüklere dökülmüş şekliydi.
“Okumak istemiyorsan seni bi tamirciye falan verelim en azından iş öğren”.
Sınav sonucunu duyduktan 4 saniye sonra düşündüklerimle örtüşen ve beni yıkan benzer cümleler. Keşke tokat atsaydı diye geçirdim içimden, dövseydi…
Sevdiğim kimseyi üzmeden yaşamam gerektiğini öğrendim o zaman. Bazen olmuyor bu tabi, kimse kusursuz değil. Ama en azından dürüst oldum sonrasında. Gerçekleri çarpıttığım oluyor, küçük yalanlar da. Ama benden utanacakları hiçbişey yapmadım asla.
Not: Fizikten zayıf geldi o dönem, ikinci dönem toparladım kendimi. Üniversiteyi kazandım ilk senemde. Saygıdeğer bi mesleğim de var. Eğer tamirci konusu geçmeseydi kapasitemi bu kadar zorlamazdım asla. Saçlarımla oynamasına ilk izin verdiğim insan olan babama çok teşekkür ederim.

13 Tem 2011

Bir Bebeğin Günlüğünden - 6.ve 7.gün

Bugün biraz halsiz uyandım.Neyim var bilmiyorum ama babam ateşimin yükseldiğinden bahsediyordu.Annemin her halinden paniklediği belli oluyor.Babam anneme göre daha soğukkanlı duruyor.Doktorla görüşüyorlar.Yapılması gerekenleri anlatan doktoru dinlerken babam,annem panik halinde dolaşmaya devam ediyor.Anne dur artık,sana bakmaktan başım döndü.Beni odama götürüyorlar,annem beni giydiriyor.Sakın o şapkayı takma,offf ya yine mi karizmam dağılacak.Neyse bunlarla uğraşacak durumda değilim zaten.

Yine dışarı çıkıyoruz.Merhaba dünya,güneş ne güzel parlıyor böyle.Bu defa dünyanın güzel yönlerini görmeye çalışacağım.Nefes almamız kolaylaşsın diye bir sürü ağaç var çevrede. Yeşilliklere bayıldım.Kuş sesleri de günü güzelleştiren diğer bir faktör.Şu kuşların neye benzediğini bir görebilsem ama annem o kadar korumacıki etrafıma bakamıyorum bile.Arabamıza biniyoruz.Baba bana araba kullanmayı öğretmelisin mutlaka.Ne kadar çok insan var sokaklarda.Herkes koşturmaca içerisinde.Ama bugün tamamen gülümseyenlere bakacağım.Mutsuzlar ordusu,hastalığıma ilave yapmasın.İşte şurada bir çift var,elele tutuşmuşlar.Birbirlerini sevdikleri gözlerinden okunuyor çünkü gülümsemelerine yansıyan gözlerinin ışıltısını görebiliyorum.Aşk güzel şey.Biraz ileride elma şekeri yiyen çocuk ne kadar da mutlu.Babasına koşuyor,kucaklıyor babası sevgi böyle bir şey.Ben de yürüyeceğim bir gün.O zaman kimse beni tutamayacak.Diğer tarafta yaşlı dedeler oturmuş sohbet ediyolar,ama gülümsüyor hepsi.Dedelerin yüzüne yayılan enerji onları olduklarından daha genç gösteriyor.Eski topraklar.

İşte hastane..Biraz sonra doktorumla kucaklaşacağım.Geçen haftadan bu yana yüzyüze görüşemedik özlemiştir beni.Güzel bir doktor yardımıyla doğmuş olmaktan ne kadar gurur duysam az.Bakalım sağlığımla ilgili neler diyecek.Annemin yüzüne bugün gördüğüm gülümsemelerden yayılsın istiyorum.Mutsuzluğunu sevmiyorum.Kontrolüm bitiyor.Birşeyim yokmuş,normal düzeyde bir ısı artışı.Ben gülerek hararet yapmış olduğumu söylemek istiyorum ama hala konuşamıyorum.Bu sevinçli haber üzerine ailece sarılıyoruz.İşte bu;iyiyim...

ERTESİ GÜN

Bugün hikayemin son günü,aslında anne karnındaki dakikalarımdan başlayarak anlattığım tüm hikayem benim için asla gerçek olmayacak kadar güzeldi.Oysa ben anne ve babasının kimliği tespit edilememiş,çocuk esirgeme kurumuna sevk edilmiş kimsesiz bir bebeğim.Burada büyüyeceğim veya beni gerçek anlamda sevip sevmediğini kestiremeyeceğim insanların yanına evlatlık verileceğim.Eğer beni tanıma şansları olsaydı annem ve babamın beni bu derece çok seveceğine inandırırdım kendimi aynı anlattıklarım gibi.Hikayemi yazdım,yazdığıma inandım.Gerçek yaşamımda bunların hiçbiri olmayacak.Ama büyüdükçe hayatın benden aldığı eksiklikleri yine güneşin doğuşunu ya da kuşların ötüşünü ya da bir annenin gülümseyişini gördüğüm zaman bir nebze olsun unutacağım.Bugün benim dünyaya gözlerimi açışımın 7.günü.Bugün benim için diğer günlerden farksız.Bugün benim için umut nerede ya da umutlarımı daha doğar doğmaz kim çaldı bilmiyorum...

SON


9 Tem 2011

Bir Bebeğin Günlüğünden - 5.Gün

Her yeni gün benim için değişik bir macerayla başlıyor.Annem minik dolabımın karşısına geçmiş bana ne giydireceğini bulmaya çalışıyor.İlla ki renk uyumu olan bişeyler giymeliymişim.Ben bu kılık kıyafet işlerinde annemden uzak dursam iyi olacak.Gözlerinde bu konuda hafif bir psikopatlık sezinliyorum.

Ara ara gelip parmaklarımı öpüyor,uzun uzunmuş parmaklarım.Tüm bebekler için aynı şey söylenir zaten.Hepimiz o ilk dönemlerde piyanist olma yolunda ışık saçarız.Gelin görün ki gelecek hiç düşünüldüğü gibi olmaz.Olsun, annem benim piyanist olma hayallerimi taşıyorsa neden onu üzeyim ki,şimdilik...
Offf,çok sevimli oldum yine.Ben sevimli değil yakışıklı olmak istiyorum.Bu kıyafetler benim çekiciliğimi komple öldürüyor.Şöyle bir albenisi olduğu gerçek ama;sevimlilik ilgi ve alakayı katlıyor.Şu kafama taktıkları ne kadar gereksiz bişey ya,saçım yok ki zaten.Dertliyim,efkarlıyım bugün.Krallığımda istediklerimi yaptıramayacak durumdayım.Bu konuyla ilgili fikrimi beyan edecek cümleleri kurmama yıllar var.Tepinsem ne fayda!

Gözüm televizyona ilişiyor ara ara.Şu ana kadar hiç iyi bir haber duymadım.Ne sorunlu bir ülkede dünyaya gelmişim yahu.İnsanların gülümsemesine vesile olacak o kadar az şey var ki.Anlamıyorum,anlamlandıramıyorum.Televizyona bakarken herkes mutsuz.Kapatın izlemeyin şu kutuyu.Benimle ilgilenin,emin olun en azından sizi gülümsetebilirim.

Bu tarz sesler evimizin içine doluştukça,sokağa çıkmaya çekinir hale geleceğim.Sanki beni dışarda kara bir delik bekliyor da ben oluşan girdapta kaybolacak gibiyim.Ama bir yandan düşününce de babam her sabah kalkıp bu girdaba sürükleniyor,akşamları döndüğünde yorgun olsa bile hayatın bu temposunu garipsemiyor.Her zaman evimize,bize dönebilecek gücü kendisinde bulabiliyor.O zaman ben de babam kadar güçlü olabilirim.Rehberliğimi yaparsa neden olmasın...

Bugün annemin müziklerini dinleyeceğiz az önce bana birkaç öneriyle gelmişti.Zevklerimiz uyuşmasa da anne,fena değil dinlediklerin.Sanırım değişik türlerde müzik zevkine sahip olacağım.Etkileyici olmanın bir yolunu daha keşfetmiş bulunuyorum.Yüzüme bakıp gülüyorsun anne ama bil ki benim sırıtışım tamamen muziplikten.Zaman geçtikçe değişik stratejiler geliştireceğim.Evet,evet ben tam bir stratejistim...

Devam Edecek...
 
 

İkibinyirmiiki (Son Bölüm)

Kız arabaların arasında uzun süre yol aldı. Sağına soluna bakmaktan kaçınıyordu. Sadece gözleriyle yolu takip ediyor ve basacağı yerin sağlamlığı için önüne bakıyordu. Göztepe kavşağını geçerken zorlandığını düşünmüştü. Köprü ve kavşak tamamen yıkılmıştı ve kırılmış beton, üzerinde yürümeyi zorlaştırmasının yanı sıra beton parçalarının içinden fırlayan inşaat demirleri de ayrı bir tehdit oluşturuyordu. Yıkıntının çevresinden dolaşmasına rağmen görmediği paslı bir demir parçası bacağını kesti. Yaşadığı onca şeyden sonra bunu önemsemeyen kız, yarayı basitçe pantolonunun kumaşına silerek yola devam etti.
Uzunçayır Kavşağı’na geldiğinde ise asıl sıkıntıyı burada yaşayacağını fark etti. Son yıllardaki yapılaşma yüzünden Uzunçayır mevkii çok katlı yapılarla dolmuştu. Kız her ne kadar depreme dayanıklı konutlar diye reklamları yapıldığını hatırlasa da hiçbir binanın bir hafta önceki sarsıntıya dayanamadığı ortadaydı. Köprü bağlantı yolu geniş olmasına rağmen binaların bir kısmın çökmek yerine devrilerek yıkılması sonucu, yolun bu kısmında kız oldukça zorlandı. Ama hava kararana kadar durmamaya kararlıydı.
Çocuk yürümek zorunda olduğunu düşünse de havanın kararmaya başladığını gördü ve kol ve bacaklarındaki yorgunluğa bağlı yanma hissini göz ardı edemedi. Sığınacak üstü kapalı bir yer göremediği için, okuduğu üniversitenin eskiden yeşil, o gün gri olan çimlerine doğru yöneldi. Yere uzandı ve gün boyunca gördüklerini hazmetmeye çalıştı. Evi olmayan, açıkta yaşayan insanlar, kaçmak için vakti olmayan büyük çoğunluk, çökmüş apartmanlar ve yollar, cesetlerin görüntüleri ve kokuları…
Gözleri o gün ikinci kez dolmaya başlayınca bütün o olumsuz bakışı bir kenara bırakıp başka şeyler düşünmeyi denedi. Bir medeniyeti tekrar inşa etmeleri gerekecekti hayatta kalanlar olarak. Bir yerlerde mutlaka bütün bunların altından kalkmalarını sağlayacak bilim adamları, zanaatkârlar, sanatçılar, ustalar, doktorlar, mühendisler, marangozlar… olduğunu düşünüyordu. Bu fikir biraz olsun kendisine gelmesini sağladı. En azından uykuya dalmadan önce kâbus görmeyecek kadar iyi hissediyordu.
Kız tüm engelleri bir şekilde aşarak yoluna devam ediyordu. Hava kararmaya başladığında Altunizade Köprüsü’ne ulaşmıştı ve artık gücü tükenmek üzereydi. Burasının Uzunçayır gibi tamamen yapılaşmaması sayesinde, dinlenebileceği bir açık alan çarptı gözüne. Geceyi burada geçirmeye karar verdi. Aynı alanın bir köşesinde orta yaşın altında iki kız bir erkekten oluşan üç kişi oturuyordu. Gün boyunca tek tük gördüğü kişilerle hiç konuşmadan yoluna devam etmişti. Fakat bu üçlüye yaklaşıp sohbet etmeyi planlayarak yanlarına yaklaştı. Kendilerine yaklaşan kızı gören üçlü önce davranarak selam verdiler. Üçlünün erkek olanı, bir ateş yakmak için sağdan soldan yanabilen ne varsa toplayıp bir kenara yığıyordu. Kâğıtlar, kuru ot ve dal parçaları. Ateş üşüdükleri için değil, gecenin karanlığında yıldızlarla aydan başka ışık kaynağı olmadığı için yakılacaktı.
Dörtlü havanın kararmasıyla beraber sohbeti koyulaştırmıştı. Kız, diğerlerinin İzmit’den geldiğini ve orada da durumun farklı olmadığını öğrendi. Bir yetkili ya da yardım bulmak için İstanbul’u denemeye karar veren üçlü de buraya gelince hayal kırıklığına uğramışlardı. Yaklaşık 4 gündür yolda olmalarına rağmen yardım bulmak bir kenara insan bulmakta bile zorlanmışlardı.
“Hala herkes deprem olduğunu sanıyor bunun” dedi kızlardan birisi. Sonra diğer ikisinin sert bakışını görünce, susmadan önce bir cümle daha kurdu: “Nasıl olsa yarın kendi özleriyle görecek neden anlatamıyoruz ki?”.
Adam araya girerek o gün kendilerinin de köprüyü denediklerini fakat gördükleri manzara karşısında geri dönmek zorunda kaldıklarını anlattı. Tam olarak ne gördüklerinden bahsetmedi ve konuyu “Kendi gözlerinle görmen en doğrusu, biz de İzmit’den ayrılmadan önce benzer bir şeyler duymuştuk ama görene kadar inanmamıştık” diyerek kapattı. Kız her ne kadar merak etse de soru sorma dürtüsünü bastırdı.
Çocuk sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Biçimsiz bir zeminde yattığı için sırtı ve beli ağrımıştı. Önceki günün yorgunluğu ve kas ağrıları da adamın fazladan homurdanmasına sebep oldu. Güneşli bir güne uyanıp bu kadar şikâyet edebileceğini hiç tahmin etmezdi. Ayağa kalktı ve vücudunu sağa sola hareket ettirerek üzerindeki ağırlığı atmaya çalıştı. Yanındaki küçük şişedeki sulardan birisiyle yüzünü yıkadı ve çantasına tıktığı az miktardaki yiyecekten bir kısmını kahvaltı olarak midesine indirdi. Doymamasına rağmen erzakını idareli kullanmalıydı. Zaten en fazla ertesi gün de yetecek kadar yiyeceği kalmıştı. Suyu ise daha azdı. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı.
Yeşilliklerden hemen yola indi ve araçların arasından yürümeye başladı. Artık bu görüntüleri biraz da olsa kabullenmeye başlamıştı. Şehre sinen o koku da olmasa her şey daha katlanılır olacaktı gerçi ama seçme şansı yoktu. Köprü yolundaki araç sayısı Barbaros Bulvarı’ndakinden daha azdı. Fakat köprüye yaklaştıkça yanmış araç sayısı da artıyordu. Boğaz görüş alanına girmeye başladığında ilk dikkatini çeken köprünün taşıyıcı dikmelerini ve kabloları oldu. Olması gereken yerde değillerdi. Hatta görebildiği herhangi bir yerde de değillerdi. Çocuğun içini bir korku sardı. Sevdiklerine ulaşamayacağını ilk anladığı andı bu.
Kız sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Diğer üçü gözlerine bağladıkları kumaş parçaları sayesinde güneşten etkilenmemişlerdi ve hala uyuyorlardı. Kız kahvaltı olarak ayırdığı keki yiyip, üçlünün suyunun bir kısmını da yüzünü yıkamak için kullandı. Diğerlerini uyandırmadan köprüye doğru yürümeye başladı. Burhaniye Mahallesi’nin üzerinden geçerken içini bir huzursuzluk kapladı. Bir şeylerin olması gerektiği gibi olmadığını fark etti. Köprünün Anadolu yakasındaki taşıyıcı dikmelerinin eksikliği ani bir şok etkisi yarattı ve kız dengesini kaybederek yere yığıldı. Karşıya geçemeyecekti. Tüm o sarsıntı ve kusma isteğine rağmen ayağa kalkarak yola devam etti. Her şeyi görmek istiyordu. Görmek zorundaydı. Birkaç dakika sonra ikinci darbeyi yedi. Fakat bu seferki karşılayabileceğinden de fazlaydı. Boğazın mavi suları gitmişti. Gözlerine inanamayarak uzun bir süre kısmen arabaların üzerinden kısmen yanlarından koştu. Her adımıyla manzara daha da netleşiyordu.
Boğaziçi köprüsü artık tamamen görüş alanına girmişti. Daha doğrusu köprünün olması gereken yer ve arta kalan parçası. Köprü iki yakadaki ilk dikmelerinin üzerindeki kısımları hariç tamamen yıkılmıştı. Boğazın suyunun tamamen boşalmış olmasıyla oluşan kanyonda her türde ve her boyutta deniz taşıtı toprağın üzerine serpilmiş gibiydi. Birçoğunun gövdesindeki hasarlardan o hengâmede çarpıştıkları anlaşılıyordu. Çarpışma sırasında alev alanlar, üzerindeki kararmalarla kendini belli ediyordu. Bütün bu görüntü aklından geçerken neler olmuş olabileceğini düşündü kız. Gerçekten de bir deprem bu kadar olaya sebep olabilir mi? Diye geçirdi aklından bilinçsizce.
İrili ufaklı gemilerden ve teknelerden gözünü alıp zemine odaklandı bir süre. Oluşan kanyonun dibinde büyük ölçekli bir yarık vardı. Gördüğü kadarıyla tüm boğaz boyunca devem eden bu yarık yaklaşık 4 katlı bir bina genişliğindeydi. Yarığın içinde de birkaç tane deniz taşıtı görünüyordu. Çekilen – ya da nereye gittiğini bilmediğim diye düşündü kız – suyla beraber o tekne ve vapurları da yarığa çekmiş olduğunu düşündü. Korkudan adımları yavaşlamış kız köprünün ayakta kalan son parçasına doğru ilerlemeye başladı.
İçini saran korku adrenalin salgılamasına sebep oldu ve çocuğun hareketleri hızlandı. Köprüye doğru koşmaya başladı fakat araçlar ve çöküntüler tüm hızıyla gitmesini engelliyordu. Buradan araçla her geçişinde karşı yakadaki Beylerbeyi Sarayına hayranlıkla bakardı. Bilinçsizce ilk görmeye çalıştığı şey o oldu fakat henüz görüş alanına girmemişti. Kafası karışan çocuk biraz düşündü ve yapıyı görememesinin sebebini anladığı anda koşu hızını birden kaybedip nefes nefese ve yuvalarından fırlamış gözlerle derin kanyona bakakaldı. Beylerbeyi Sarayı’nı göremiyordu çünkü saray yerinde yoktu. Biraz sola geçip baktığı zaman sarayın kalıntılarının boğazın sularının olması gereken yerdeki kanyonun dibinde olduğunu gördü. Hala gözlerine inanamıyordu. Köprünün ayakta kalan tek kısmına doğru yürüdü ve korkunç manzarayı izledi bir süre.
Severek gezdiği, çok vakit geçirdiği yerlere baktı önce. Salacak sahili yok olmuştu. Artık sadece kanyona dökülen toprak ve beton yıkıntılarından ibaretti. Kuleli Askeri Lisesi de Beylerbeyi Sarayı gibi Kanyonun dibinde parçalar halinde yatıyordu. Bu mesafeden net göremese de Kız Kulesi’nin de yerinde olmadığını fark etti. Ve her şeyin ötesinde köprü yıkılmıştı. Yıkıntıya baktığında tam da altından bir gemi geçtiği sırada yıkıldığı anlaşılıyordu. Siyah gövde üzerine tek bir kırmızı şeritle, şeridin üzerinde Kiril alfabesinden birkaç harfin görüldüğü bir yük gemisiydi. Kanyonun görülebilen kısmında bir yaşam belirtisine rastlamak için umutla iki yönü de taradı fakat hareket eden bir taş parçası bile göremedi. Aklı biraz başına geldiğinde tek bir şeye anlam veremedi. O kadar su nereye gitmişti?
Kız, köprü kalıntısının ucuna oturdu. Hissizleşmişti. Karşı kıyıda sürekli gördüğü siluet yerini düz ve gri bir tabakaya bırakmıştı. Levent - Maslak arasındaki gökdelenler yoktu. Sol tarafında Tarihi Yarımada’daki minareler ve kubbeler de aynı şekilde. Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları kanyonun dibinde yatıyorlardı. Bildiği her semt yok olmuş, tanıdığı tüm insanlar kaybolmuştu. İstanbul dışında da durumun aynı olduğunu öğrenmişti. Yiyeceği ve suyu bitmek üzereydi. Tutunacak ne var diye düşünerek karşıya, köprünün diğer ucuna çevirdi gözlerini. Bir hareket çarptı gözüne.
Çocuk köprünün ucuna kadar geldi. Yükseklik korkusu yoktu ve bacaklarını kenardan sallandırarak yıkıntının kenarına oturdu. Kendisini var eden tüm somut dünyanın yok olduğunu artık biliyordu. Sevdiklerinden de umudunu kesmişti birkaç dakika önce. Kendisine bir amaç bulmazsa aklını kaçıracağını biliyordu. Kafasını kaldırıp köprünün karşı kıyıda kalan son diğer parçasına baktı. Orada oturan birisini zorlukla seçebildi ve onun dikkatini çekmek için ayağa kalkıp zıplamaya başladı.
Kız tekrar ayağa kalkıp karşı tarafa el sallamaya başladı. Sebebini bilmediği bir umut kapladı içini…
Çocuk karşılık görünce birden yeni amacını bulmuş oldu. Karşıya geçmenin bir yolunu bulmalıydı…

Devam etmeyecek...

4 Tem 2011

Bir Bebeğin Günlüğünden- 4.Gün

Sabahın ilk saatleri…Bugün babam işe gidecek,annem ve ben başbaşa kalacağız.Aslında gitmesini hiç istemiyorum ayrılık adı verilen bir duygu çörekleniyor minicik yüreğime.Dün gece çok fazla uyuyamadık.Sanırım bir süre daha kişisel eziyetlerim devam edecek.İsteyerek yapmıyorum ama doğam gereği böyle davranmak zorundayım.Mesela şu an açım,bu nedenle çığlık çığlığa ağlamam lazım ki dikkat çekebileyim.Yarı uyur,yarı uyanık halde etrafımda dolaşırken siz,isteklerimi yerine getirmenizi keyifle izliyorum.Bir nevi evrensel bebek krallığı ismini verebiliriz dünyama.

Babam kucakladı beni,sanırım dördüncü günümüzde de beni koklamadan duramayacak.Sen de çok güzel kokuyorsun baba.Bu acaba parfüm mü orjinal kokun mu henüz ayırt edemedim ama eğer orjinalse umarım sana çekmişimdir.Hayranlarıma hızlıca tesir edebilirim.Tabi bunun için büyümeyi beklemek zorundayım.Şu an kendime has kokularım oldukça tehlikeli karışımlar ihtiva ediyor.Genel anlamda kaçma duygusu uyandıran doğal kokular.Ama senin ve annemin bu kokulara maruz kalıp isyan ettiğini görmedim hiç.Farkındaysanız seviyorsunuz beni.

Anneme doğru sevkiyat işlemim başlamış durumda.Kucağında göz temasındayım.Kendimi açık büfede hissediyorum şu an ama menü hep aynı,tek tip beslenmeyle bir süre daha idare etmek zorundayım.Yemek işleminden sonra babamın kahvaltı için açtığı şarkıları dinleyeceğiz.İtiraf etmeliyim ki bu eve girip çıkan herkesin arasında en zevkli kişi;babam.Seni anlamıyorlar babacığım ama ben anlıyorum sen farklısın.Annemin seni seçme sebeplerinden biri de bu.Senin çok farklı ve özel oluşun.

Ortam kalabalık olmaya başladı,genlerimin parçaları yavaş yavaş geliyor.Annemin desteğe ihtiyacı var.Benimle yalnız kalmaya korkuyor bakışlarındaki tedirginlikten anlıyorum bunu.Birde nefesimi saymaktan vazgeçse daha sağlıklı bir insan olacak.Bu paranoyalarını zamanla aşacaksın anne.Kahvaltını yapsan iyi olur,tek tip beslenme için bana lazımsın ve senin de güçlenmen lazım.Hayatımız için,bizim için…

Babam gidiyor,mis gibi bir koku dağıldı ortama yine.Öpücüğümü de aldım.Annem kalktı.İşte güzel bir an ;sevgi dolu bir öpücükte anneme.Babamın bize değer verme ve sevme şekli oldukça içten. Annem de ilk günkü kadar aşık görünüyor babama.Birbirlerine bakarken gözlerindeki ışıltı benim bile gözlerimi kamaştırıyor.Bu işin en güzel yanı;benim meyve oluşum.Kendimle gurur duyuyorum.

Akşama görüşürüz baba.

Evrensel bebek krallığımda yeni bir gün daha.Şarkıyı değiştirin ya,babam çıkar çıkmaz ne bu???